Popüler Yayınlar

25 Şubat 2012 Cumartesi

Diskonun "Kralı"

Esasını söylemek gerekirse Okan Tv 8 e geçtikten sonra eski ışığı yoktu. Bunu herkes biliyor, herkes söylüyordu. Yapılan eleştiriler bazen acımasız oluyordu. Bunun sebebi bana göre Okan'ın Kanal D de yaptığı son programdı. O ne kadroydu öyle, aman Tanrım. Hayko Cepkin ve Şebnem Ferah' ı aynı zamanda, aynı karede görmek.. Muhteşemdi. Benim sonuna kadar izlemek için kendimi zorladığım nadir programlardandı. Nitekim diğer programlarda sonlara doğru uyurdum üçlü koltukta. O programda çıta konulabilecek en üst düzeye konulmuştu. Tv 8 e geçtikten sonra enerji ister istemez düştü. Tv 8 ve Kanal D nin stüdyo ışıklarının ve rejilerin farkı da bunda etkili oldu tabi. Ama bir bölüm var ki, dönüm noktası oldu bu yeni sezonda. Gitaristler gecesi.. Tanrım.. Türkiyenin en iyi gitaristleri aynı yerde. Aynı programda, aynı amfilerle şov yaptı. Gitarlar dile geldi, kablolar ayaklandı vs vs..

Peki ne değişti o programdan sonra. "İşte bu değişti" diye ortaya bir şey konulamaz. Ama buna rağmen farklı bir enerji var. Daha canlı artık renkler, sesler. Bu programın hemen ardından gelen bir 90 lar gecesi var ki, tadından yenmedi. 90 ları hatırladık, tekrar yaşadık. ben o programdan sonra yeniden bir daha pokemon izledim abi. Üniversite okuyan, eşşek kadar adam olum, iki gün sonra işe girip para kazanmaya başlayacak olan ben, ilkokul yıllarımda yaptığım gibi pokemon izledim abi.. Buna vesile olan insan Okan Bayülgen.

Bu haftaki programa gelirsek, Haluk Levent yine boy göstermiş. Diğer konuklar hakkında pek  bilgim yok. Kafama toka takmıyorum gibilerinden bi şarkı da çok acayip bi kafaymış. Sörvayvır kızı da güzelmiş lan baya. Pazardan aldığı kıyafet de güzelliğine güzellik katmış.

Ama bi eksikliği de atlamak istemiyorum. Tv 8 in "kraliyet ailesi" formatı altında çalışan metin yazarları Aziz'i, Enes' i aratıyor. Burada mi istendiğinde hemen veriliyor. Veya fa diez istendiğinde "yok veremem" diyen Feyyaz yok. Gözlerimiz arıyor.

Son olarak, Okan Kanal D deki ışığını yakaladı, diyebilirim kendi adıma. Seviyorum bu adamı.

23 Şubat 2012 Perşembe

Benlerden Biri

Aşk kadar kolay değildi hikayelerimden çıkan hisler. Bir ileri bir geri savurdu bedenimi yıllarca. Onsuz olmak onunla olmaktan çok daha güzeldi. Ne de olsa aşk dediğin ona yüklediğinin anlamdan ibaretti. Belki onu gerçekten tanmış olsam bu kadar sevmezdim. Her şeyden ve herkesten en kolay kaçtığım yerimdi belkide. Ne gereksiz hırslarla, ne de anlamsız egolarımla karıştırdım onu. Olduğu kadar sevdim, olduğu kadar tattım. "O beni sevdi mi?" diye çok fazla düşünmedim. Benim sevgimin onunla ne alakası olabilirdi. 

O benim sonsuzluğum, ben ise onun için hiç anlamadığı biri oluvermiştim. Sesimi duyuramadığım, boğulduğum. Sevgimi paylaşmaktan yorulduğum. Aşkla beslenip her seferinde ondan doğru doğduğum. Aşkla beslenip her seferinde yoğrulduğum. Eksilebileceğim korkusuyla adım atarken çoğaldığım.. Bir şey kadar sevebilmenin cesaretiyle ben "ben" oldum. Brşey gördüm onun gözlerinde, çok sıcak, tanıdık, aşktan ve varoluştan... Hiç inanmadım biteceğine. Bunu her nefeste dile getirmekten hiç korkmadım. Benim aşkım o olduğu sürece değil, ben var olduğum sürece vardı... 

18 Şubat 2012 Cumartesi

Fetih 1453

Öncelikle söylenmesi ve atlanmaması gereken şeyleri söyleyeyim de daha sonra "vay efendim niye demedin" denmesin.

Film ekibinde çaycısından oyuncusuna, makyözünden kameramanına, sesçisinden yönetmenine emeğinden ötürü tek tek teşekkür etmek gerekiyor. Az uz değil, 2009 da çekimlerine başlanmış, 2012 de vizyona girmiş bir filmden bahsediyoruz. Sabırlarından ötürü bile bir övgüyü hak ediyor bu insanlar.

Yönetmen koltuğunda tanıdık bir isim, Faruk Aksoy var. Baş rollerini  Devrim Evin, İbrahim Çelikkol ve Dilek Serbest paylaşıyor. Senayo metninin üzerinde karlama yapan kalemler ise İrfan Saruhan, Faruk Aksoy ve Atilla Engin.

Yıllardan beri süregelen "abi elin amerikalısı 2 savaşa girdi, onlarca film çekti, bizim neden tarihimizi anlatan filmlerimiz yok" klişe sorusu artık daha az sorulur. Bu filmin çeklimesini ben kendi adıma pek fasvip etmiyorum. Orası ayrı. Daha sonra değinirim. Ama bu düşüncem bu filmin yanlış olduğunu, kötü olduğununu mu söylüyor, kesinlikle hayır.

Filmin bütçesine gelirsek. Filmin bütçesi 17 milyon. O öve öve bitiremediğiniz Holywood filmlerinin bütçeleri 80 milyonun altında değil. Yüzüklerin Efendisi filmlerinin bir tanesinin bütçesi  270 milyon dolar. Yani film sektörü bu kadar gelişmiş. 17 milyon dolar bütçe harcanarak çekilen bu film, gişede bu paranın karşılığını alacak mı acaba bilinmez ama ben kendi gittiğim salondan ve sinemadan bu geliri rahatça karşılayabileceği kanaatine vardım. Veya sadece Şahan Gökbakar insanının çektiği ve sikindirikten olan, gişeyi hep kapalıya çeviren, hasılat rekorları kıran recep ivedik serisini geçsin, yeter. Şahan insanına verdiğimiz ve sıradan skeçlerinden öteye gidemeyen o filmlerin yanında, pek fazla tanınmayan oyuncularla, kendi ceddimizi ve tarihimiz anlatan bu filmin geride kalması beni bir türk olarak üzer.

Dikkatimi çeken bir başka husus var. Onu söylemeden geçemiyecem. Antares sinemalarında 16:20 seansında izledim filmi. MyBilet ten aldım biletimi. Son 5 tane koltuk kalmıştı. Onların ikisini ben aldım. Salona girdiğimde karşılaştığım izleyici kitlesi enteresandı. Türk toplumunun sinemaya bakış açısı işte o salonda net olarak göz önündeydi. Salonda milliyetçi muhafazakar kesim ağırlıklıydı. En son gittikleri film kurtlar vadisi ırak falan.


--spoiler--
--spoiler--

Spoilerımı da yapıştırıyım da sorun olmasın sonra.
Filme geçersek. En başta filmle ilgili şunu söylemeliyim ki, yukarıda bahsettiğim 17 milyon dolarlık bütçeyle daha iyisi biraz zor yapılırdı. Olumlu eleştirilerim ile başlayım filme. Medine sahnesi ile başlayan bir film. 3 dakikalık sahne için medine pazarı kurmuşlar filme. yani es geçilmemiş ince detaylar. Hoş aynı pazar filmin daha sonraki kısımlarında Edirne pazarı olarak kullanılmış. Yani boşa masraf edilmemiş. :)

Oyunculuklara gelirsek. Fetih sahnesindeki ulubatlının "ıııyyyyyyaaaaaaaaa" larının ve ortodoks lideri saçlı adamın dışında göze çarpan kötü sahneler yoktu. Buradan ulubatlının kötü oyuncu olduğu anlaşılmasın. Muhteşem bir oyunculuk sergilemiş film boyunca. Ama fetih sahnelerindeki haykırışları biraz göze batmış. En azından benim için öyle. Oyunculuklarla ilgili bir başka nokta Giustiniani ve Ulubatlı Hasanın birbirine çok benzemeleri. Teke tek kapıştıkları sahnede hangisi yaralanınca üzüleceğimi şaşırdım. En sonunda Giustiniani öldü de rahat bi nefes aldım.

En baştan şunu söylemeliyim. Birazdan söyleyeceğim konular hakkında tek bir kelime teorik bilgiye sahip değilim. Ne bir eğitim aldım, ne de bilgim var. Amatör ama fazlaca film izleyen biri olarak söylemeliyim ki,  ışıklar ve kamera açıları muhteşemdi. Tek yetersiz kaldığı yer savaş sahnelerindeki ışıklar gibi geldi bana. Ama kamera açıları -yinelemekte fayda var- öve öve bitiremediğimiz Holywood filmlerini aratmadı kesinlikle. Renkler biraz pasteldi, ama o zamanın duruşunu tam anlamıyla bize yansıttı.

Filmin senaristlerinden bazıları tarih prof. doçent. Yani buda demek oluyor ki, bu güne kadar bize anlatılmamış, veya fazladan anlatılan bikaç ayrıntı filmde bize anlatıldı. En basit örneği olarak; yıllar yılı bizlere anlatılan Fatihin tahta ilk geçişinin akabinde babasına yazdığı "Baba, eğer siz padişahsanız gelin ve bu ordunun başına geçin. Yok eğer ben padişahsam size emrediyorum bu ordunun başına geçiniz." klişe ders notunun yalandan ibaret olduğunu verebiliriz. Buna ilaveten Fatihin topları kendisi dökmediği, başka bir ustaya döktürdüğünü söyleyebiliriz.

Birazcıkta filmin eksi yönlerinden bahsediyim.

En başta efektler. Ciddi manada filmin büyüsünü bozmuş. En azından sarayda yanan meşalelerde efekt kullanılmayabilirdi. Veya Fatihin Osman Gazi ile konuştuğu rüya sahnesinden sadece gövde halinde olan ağaç kütükleri rüzgar estikçe dal parçası gibi sallanmasaydı. Savaş sahnelerindeki efektler başarısızdı. Basitti.

Filmde eksi olan şeylerden bitanesi de osmanlı zamanında olduğu gösterilen abartılı dekolteydi. Hem Fatihin karısı Gülbahar Hatun, hem de Era nın göğüs dekolteleri. Biraz abartılı gibi geldi bana. Gülbahar hatunun kıyafetleri de güzel değildi.

Daha önce de söylediğim gibi Giustiniani ve Ulubatlı Hasanın birbirine çok benzemeleri de pek iyi olmamış. Kişilere girdik bari burdan devam edeyim. Akşemseddin karakteri de pek oturmamış. Hani bunda da değinmeden geçmeyelim gibi bir havası vardı. Birde peltek olması da bi imalı gibi. Kişi eleştirime Constantine XI in yaptığı konuşma. Biraz fazla zorlama olmuş. Her açıdan zorlama olmuş. Pek fazla ıkınarak konuştu. Fatihin fetih öncesi yaptığı konuşma da biraz eksik kalmış.

Başka göze çarpan nokta, galibiyet sahnesi. Filmin ikinci yarısı tamamen başarısızlıklara ayrılmıştı. Fetih sadece 8 dk sürdü. Biraz daha üzerinde durulabilirdi.

Gemilerin karadan yürütülme sahnesi fethin en can alıcı noktasıydı. Fethin kilit noktasıydı. Orası biraz atlanmış, araya sıkıştırılmış gibi. Üstün körü yapılmış.

Filmde ulubatlı hasanın savaşla çok alakasız sancak dikme sahnesi de dikkatimi çekti. Hoş görünmedi. Surlara ilk darbeyi vuran Lağamcıların da hepsi body salonundan alınmış gibi.

Fatihin Ayasofyaya girip yaptığı konuşma ve hemen akabinde konuşmaya şahit olan herkesin (ortodoks lideri o garip abinin bile) bi anda gülmesi de beni güldürdü salonda.

Senaryoda da biraz eksiklik var gibiydi. Buna bağlı olarak yönetme kızdığım tek nokta sahne geçişleri oldu. Sahne geçişleri biraz zayıftı. Adam tam bişey söyleyecek gibi oluyor, hop başka bi sahnedeyiz. Savaş sahnelerinde ulubatlının teke tek kapıştığı sahne bi anda kesiliyor, çok alakasız yerdeki bi savaş meydanına geçiliyor.
Buna bağlı edit: Ulubatlının teke tek kapıştığı ve kazandığı klasikleşmiş savaş sahnesini de her savaş filminde izledik heralde. Kılıçının kestiği yer bile aynı gibi.

Ve işte filmde gerçekten olmamış dediğim nokta. Ulubatlı ile Era arasındaki aşk. Filmin ana karakteri Fatih değil, Ulubatlı olmuştu. Neden. Baktığımızda savaşan Ulubatlı, şehit düşen Ulubatlı, sevişen Ulubatlı, aşk yaşayan Ulubatlı, sancağı diken Ulubatlı, bizansın en etkili askerini öldüren Ulubatlı. Film Ulubatlı üzerine kurulmuş gibi. Yaşadığı aşk biraz daha geri planda olabilirdi.

--spoiler--
--spoiler--

Sonuç olarak edit: Aylarca süren bu savaşı 3 saate sığdırmak zordu. Dediğim gibi bazı sahneler kesilmişti. Sanki filmin tamamı 4 saatti de kırpa kırpa 3 saate indirmişlerdi. Ama ne olursa olsun ülkemizde böyle yapıtlara her zaman ihtiyaç var. Bu film sinemamız için bir kilometre taşı olabilir mi ? Bana sorarsanız olmaması için hiçbir neden yok. En azından recep ivedikten daha fazla katkı yapacağı aşikar.

9 Şubat 2012 Perşembe

Arman İçin Saldır Galatasaray !

galatasaray taraftarının terinin son dakikasına kadar mücadele eden takımını sonuna kadar destekleyip sevmesine katlanılamıyor.

niye katlanılamıyor ?

bu ülkede şikecilerin desteklenmesi onur mücadelesi olarak önümüze sunuluyor, dik duruş olarak nitelendiriliyor, büyüklük sayılıyor.

alın teriyle mücadele edeni sonuna kadar desteklemek mi ? bu konuyu okuyun nasıl aşağılanmaya çalışılıyor görün, terinin son damlasına kadar mücadele ettikçe isterse bu takım 50 sayı fark yesin, gene destekleyeceğiz, bu taraftar şikeye bulaşmışları değil alınterini alkışlıyor, 4 gün önce biletlerini bitiriyor.

siz bunu kaldıramıyorsunuz, bakıyorsunuz aynaya kimi desteklediğinizi ve neyle gurur duyduğunu görüyorsunuz, korkunç rahatsız oluyorsunuz, bir bakıyorsunuz galatasaray' a alınterinin nasıl desteklediğini görüyorsunuz ve bilinçaltınız bu durumu kaldıramıyor, buraya kusarak kendinizi rahatlatmaya çalışıyorsunuz, yapmayın bunu çok komik oluyorsunuz.

bu ülke; alınteriyle sonuna kadar şereflice oynayanlar desteklendikçe birşeyler düzelecek, sizin bu durumu istediğiniz kadar kaldıramayın, medeniyet ilerledikçe siz yok olmaya mahkumsunuz . 

güce tapmayan, başarı için herşeyini vermeyecek insanların saf renk aşkını görmek için tribündekilerin gözlerine bakın, kadınıyla, erkeğiyle, delikanlıları ve genç kızlarıyla nasıl tek yürek olup destekliyorlar, takımla nasıl tek vücut oluyorlar seyredin.

bu maç için mi ?

arman için saldır galatasaray !